Olmasını istemesen de olan ve istesen de olmayan şeyler... Bu şeylerin oluşturduğu sancılar. Bu sancıları bir şeylere atfetmek gerekli.
O zaman; Dünya'da olan iyi ve güzel her ne varsa. Yılmaz Erdoğan şiirleri ve Ahmet Kaya şarkıları.

Meseleyi sadece "bölüm" sorunu mu sanıyorsunuz hala?

YKS sonuçları açıklanmış bulunmakta ve yeri olmasa da mesleki gelişimim için ben de Konya Teknik Üniversitesi Makine (İÖ) Ön Lisans Programı'na yerleşmiş bulunmaktayım. Ayrıca 2009'da ilk yılımda ilk tercihim olan, memleketimde güzide bir öğretmenlik veya "prestijli" bir mühendislik okuyacağım puana Hacettepe Biyoloji'ye yerleştim ve oradan mezun oldum. Şu an bir fabrikada teknik ressam olarak çalışıyorum. Bu lüzumsuz bilgiyi, tahsil hayatı ve iş hayatı arasındaki normal olmayan şeylere örnek olduğum için verdim. Sorun sandığımızdan daha büyük, durum sandığımızdan daha vahim.

Okulların kalitesi, bölümlerin popülerliği; ülkemiz dinamikleri ile doğrudan ilişkili. En temelde gençlerde var olan kaygı, gelecek kaygısı. Bundan dolayı, emek/ücret değeri yüksek olan ve/veya kadro, atama gibi sorunu olmayan bölümlerin popülaritesi yadsınamaz şekilde yüksek oluyor. 

"Bölümlerin popülerliği adayların tercihleri ile doğru orantılı" dersek, savımın doğruluğunu ispatlamaya hacet kalmaz. Unutulmamalı ki, misalen, ilk 3000'i temsil eden dilim, ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünü yazmak yerine, hangi ilde olduğunu bilmediğimiz bir üniversitenin mezunlarının ne iş yapacağını bilmediğimiz bir bölümünü tercih etse, o okulun o bölümünün tercih edilirlik oranı bir anda yükselir. Akabinde bir sonraki sınav yılında; okulun, bütünüyle ve o bölümün, diğer okullarda tercih edilirliğinin artmasını öngörebiliriz. Tarif etmeye çalıştığım dinamiğin literatürde bir karşılığı varsa ben bilmiyorum, bilen söylerse öğrenmiş olurum.

Tercih edenlerin tercih faktörü, mesleki mutluluk değil de geçim kaygısı olduğu için; adaylar kendi bilgi beceri yetenek ilgi alanları doğrultusunda değil de göreceli olarak daha çok kazandıran mesleklere göre tercih yapıyor. Burada bir diğer sorun da yanlış kişilerin yanlış bölümleri tercih etmeleri. Şahsen, Hacettepe İngilizce Tıp'ı 3. yılında "ben doktor olacak insan değilim" diye bırakan arkadaşım var. ODTÜ Mimarlık bitirip şu mimarlık yapmayan arkadaşım var. Bu arkadaşlarım, ÖSYM'nin tercih klavuzunda yayınladığı binlerce bölümden hangisini birinci sıraya yazarsa oraya yerleşecek kişiler demek oluyor. Ama sonunda bir çok farklı sebepten ötürü, kazanma, okuma, iş hayatı birbirinden kopuk olabiliyor. Bunlar arasında doğru orantılı bir ilişki olsaydı; bir bölüme birincilik ile yerleşen kişinin birincilik ile mezun olmasını beklerdik. Temel faktörün motivasyon olduğunu söyleyebiliriz sanırım. 

Bundan 30 sene önce gençliğini yaşamış kişiler için günümüzde kendi çocuklarının mesleklerini bir kıvanç unsuru olarak görmekte. "Benim kızım tıpı kazandı", "benim oğlum avukat olacak" söyleminin yarattığı bir baskı da söz konusu. Neticede çoğumuz bu süreçten geçtik, burada da ne demek istediğim bence anlaşılmıştır. 

Meselenin enine boyuna ele alınması gerektiğinin herkes farkında, ancak bunun için hiç kimse doğru bir adım atmamış bugüne kadar. 

Hangi okuldan mezun olduğu önemli değil, bugün bir mühendis kumpas okumasını bilmeden mezunuyor, bir İİBF'ci kağıt kalem ile bir cari hesabın vade ortalamasını almasını bilmiyor. Tamam, yeni mezun bir makine mühendisinden uzaya roket göndermesini beklemiyorum ama en azından temel mühendislik problemlerini çözebilecek kabiliyete sahip olmalı -ki elindeki diplomanın anlamı da zaten bu olmalıydı. Bir İşletme bölümü yeni mezunundan BOBİ FRS'nin her detayına hakim olmasını beklemeyiz ama en azından amortismanın veya finansal kiralamanın nasıl işleneceğini bilmesi gerekmez mi? Çok okulun olması kaliteli olacağı anlamına gelmiyor. Uluslararası üniversite başarı sıralamaları yapılır ya hani, biliyorsunuzdur, bizim orada kaç üniversitemiz oluyor? 

Kusuruma bakın isterseniz ama bu sizin yüzünüzden böyle oldu. "Her ile bir üniversite açalım, üniversitesi olan üniversiteye beş tane daha açalım; hazır okul açmışken kadro açalım" denildiğinde neredeydiniz? Hadi devletin yaptığı kalkınma planları ülkemizde o veya bu sebeplerden dolayı tutmuyor; ama kimse niye çıkıp da "bizim ülke nüfus artış hızımız şu, şu kadar doktorumuz var, 6 sene sonra şu kadar doktora ihtiyacımız olacak, şu an bu kadar tıp fakültesi kontenjanımız var, önümüzdeki bilmem kaç sene şu kadar kişiyi kamuda bu kadarını özelde istihdam etmeliyiz, istatistiksel olarak yerleşen adayların %X kadarı mezun oluyor, o halde önümüzdeki birinci yıl A kadar, ikinci yıl B kadar ..... tıp fakültesi kontenjanı açmalıyız" demedi? Şu an mesela her ilçede bile neredeyse hemşirelik var, şu an lisans mezunları dahi zor atanıyor. Ben 2005'te liseye başlarken sağlık meslek lisesine girenler 2009'da mezuniyetlerine müteakip direkt sınavsız olarak atandı. Bu kadro meselesine bakan, yetkilisi ilgilisi amiri müdürü, alayı bunun nasıl hesaplanacağını, bunun aslında ne olduğunu ve olmadığını bilmiyor mu? Bunu yapacak kişi, işini yapmıyorsa niye kimse çıkıp da "arkadaş sen orada milyonlar için bulunuyorsun, işini düzgün yap, yapamıyorsan çekil yapacak birisini bulalım, bu işte yetimlerin hakkı var, Hak var" demedi?

Kamu-özel ortaklığında TÜİK çatısı altında, bir tür istihdam envanter çalışması yapılıp, kapsamlı bir rapor hazırlanıp, YÖK'e, ÖSYM'ye, oraya buraya, en önemlisi kamuya ve dahi gençlere ilan edilmesi bu kadar mı zordu? Hadi bu işin yetkilisi ilgilisi amiri müdürü bunu akıl edemedi, siz de mi akıl edemediniz? Bina dikin, kadro açın, Resmi Gazete'de ilan edin, "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa Üniversitesi" diye bir tabela asın... Bu kadar kolay mı üniversite açmak, kontenjan açmak? Açık öğretimden dahi her sene onbinlerce işletme mezunu veriyorsak burada bir sorun yok mudur?

Hadi iktisatçılar bunu da açıklasın?! Arz varmış, talep mi ne varmış.. bunlar arasında etle tırnak gibi bir ilişki falan varmış... Kimse niye demiyor "bu sene tıp fakültesine yerleşen kişiler mezun olduklarında kadro bulmakta zorluk çekecek" diye? Niye stajyer avukatların hukuk bürolarında çaycı niyetine kullanıldığının hesabı sorulmuyor? Ondan sonra da vay efendim ülke şöyleymiş yok efendim ülke böyleymiş.. 

Ezberci, dayatmacı, zorba bir eğitim sistemimiz varken; bireylere kendilerini tanıma fırsatını sunmuyorken; hele hele istikballeri için en ufak bir özen göstermiyorken, herkes kendi arzusuna göre nesil yetiştirmeye çalışırken; 17-18 yaşındaki birisinden "prestijli" bir bölüme yerleşmesini, "başarı" ile mezun olmasını, "mesleğini sevip" meslek hayatında "başarılı" olmasını beklemek fikri kimin aklına yatıyor?

Bugün kariyer sitelerinde, iş ilanları sitelerinde; en pahalı iş ilanı yayınlamanın fiyatı 1000TL. Ben size, bir hafta içerisinde, istediğiniz adreste bulunacak istediğiniz herhangi bir iş ilanı için başvuracak lisans mezunu en az 1000 kişi bulurum. İddiaya var mısınız? Denemesi 1000TL. Herkes çocuğu okusun istiyor... Ara eleman kalmadı ülkede. Kimse iş beğenmiyor, mülteciler olmasa vasıfsız işlerde çalıştıracak eleman yok. Böyle de bir sorunumuz var.

Ha ayrıyeten böyle bir kaç şey demeye teşebbüs etmişken eğitimdeki fırsat eşitsizliğine de değinmek vicdani bir borçtur benim için. Kısaca özetleyeyim. Zengin-fakir ayrımı yapmak istemezdim ancak mümkün mertebede daha naif bir şekilde izah etmeye çalışayım. Varlıklı aileler, MEB'in sunduğu eğitime kıyasla daha kaliteli bir eğitim imkanı sunabiliyor çocuklarına. Varlıklı ailelerin çocukları da göreceli olarak "prestijli" bölümlere yerleşip avantaj elde ediyorlar ve iş hayatlarında ortalamadan çok daha üst bir gelir elde ediyorlar. Yoksul ailelerin yoksul aile çocukları da mevcut şartlar altında başarılı olmak için çalışıyorlar. Çalışıyorlar çalışmasına  da bir kere doğarken dezavantajlı doğmuşlar. Ne yazık ki, o kadar da iyi bir hayat yaşayamıyorlar. Bu varlıklı ailelerin varlıklı aile çocukları, kendi çocuklarına daha en az kendi varlıklı ailelerinin sunduğu kadar iyi olanaklar sunacakken, yoksul aile çocukları da sınırlı olanaklar sunacaklar. Gel zaman git zaman, uçurum logaritmik bir şekilde artmaya devam edecek. Hikayenin sonunda ne olacağını da ben anlatamasam bile siz anlamışsınızdır.

Değindiğim her bir başlık Nobel'e aday olacak araştırma sonuçları elde edilecek cinsten. Vakit olmuş dönülmez akşamın ufku.. Bu zamana kadar neredeydiniz? Kim nasıl bir nesil yetiştirmek istedi, inanın ki umurumda değil. Tek bildiğim, mutsuz bir nesil yetiştirdiğiniz. Yakın zamanda 40 yaş altı 40 yaş üstü diye bir ayrım çıktı ortaya; bu ayrımın haklılığı, geçerliliği ve güvenilirliği tartışma konusu olmakla birlikte; 40 yaş altı bir birey olarak her 40 yaş üstü bireye tek tek sormak istiyorum, neden? Gerçekten sizden sonraki nesle böyle bir ülke mi bırakmak istediniz? Kendi çocuğunuza reva gördüğünüz hayat bu muydu? Günü kurtarıp anı yaşamak yerine bir kez olsun, "ya bu işin sonucunda evlatlarımıza ne olur?" diye sormadınız mı hiç?

Ondan sonra çıkıp, rektörlük binasına sırtınızı dönüp beklersiniz. İyi de beyim, hanımım, neredeyse ülkenin her yerine okul açılırken, kadrolar dağıtılırken, neredeydiniz? İşin ucu size dokununca bu bir "sorun" oldu? (Boğaziçi'li bileşenlerin direnişine hak vermiyor değilim, anlamlı gerçekçi bulmuyorum.)

Dağınık ve kopuk kopuk oldu biraz, farkındayım. Buraya kadar okuduysanız zaten derdimi anlamışsınızdır. Kopukluk için özür diler, hala bu cümleyi okuduğunuz için de teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder