Olmasını istemesen de olan ve istesen de olmayan şeyler... Bu şeylerin oluşturduğu sancılar. Bu sancıları bir şeylere atfetmek gerekli.
O zaman; Dünya'da olan iyi ve güzel her ne varsa. Yılmaz Erdoğan şiirleri ve Ahmet Kaya şarkıları.

Meseleyi sadece "bölüm" sorunu mu sanıyorsunuz hala?

YKS sonuçları açıklanmış bulunmakta ve yeri olmasa da mesleki gelişimim için ben de Konya Teknik Üniversitesi Makine (İÖ) Ön Lisans Programı'na yerleşmiş bulunmaktayım. Ayrıca 2009'da ilk yılımda ilk tercihim olan, memleketimde güzide bir öğretmenlik veya "prestijli" bir mühendislik okuyacağım puana Hacettepe Biyoloji'ye yerleştim ve oradan mezun oldum. Şu an bir fabrikada teknik ressam olarak çalışıyorum. Bu lüzumsuz bilgiyi, tahsil hayatı ve iş hayatı arasındaki normal olmayan şeylere örnek olduğum için verdim. Sorun sandığımızdan daha büyük, durum sandığımızdan daha vahim.

Okulların kalitesi, bölümlerin popülerliği; ülkemiz dinamikleri ile doğrudan ilişkili. En temelde gençlerde var olan kaygı, gelecek kaygısı. Bundan dolayı, emek/ücret değeri yüksek olan ve/veya kadro, atama gibi sorunu olmayan bölümlerin popülaritesi yadsınamaz şekilde yüksek oluyor. 

"Bölümlerin popülerliği adayların tercihleri ile doğru orantılı" dersek, savımın doğruluğunu ispatlamaya hacet kalmaz. Unutulmamalı ki, misalen, ilk 3000'i temsil eden dilim, ODTÜ Makine Mühendisliği bölümünü yazmak yerine, hangi ilde olduğunu bilmediğimiz bir üniversitenin mezunlarının ne iş yapacağını bilmediğimiz bir bölümünü tercih etse, o okulun o bölümünün tercih edilirlik oranı bir anda yükselir. Akabinde bir sonraki sınav yılında; okulun, bütünüyle ve o bölümün, diğer okullarda tercih edilirliğinin artmasını öngörebiliriz. Tarif etmeye çalıştığım dinamiğin literatürde bir karşılığı varsa ben bilmiyorum, bilen söylerse öğrenmiş olurum.

Tercih edenlerin tercih faktörü, mesleki mutluluk değil de geçim kaygısı olduğu için; adaylar kendi bilgi beceri yetenek ilgi alanları doğrultusunda değil de göreceli olarak daha çok kazandıran mesleklere göre tercih yapıyor. Burada bir diğer sorun da yanlış kişilerin yanlış bölümleri tercih etmeleri. Şahsen, Hacettepe İngilizce Tıp'ı 3. yılında "ben doktor olacak insan değilim" diye bırakan arkadaşım var. ODTÜ Mimarlık bitirip şu mimarlık yapmayan arkadaşım var. Bu arkadaşlarım, ÖSYM'nin tercih klavuzunda yayınladığı binlerce bölümden hangisini birinci sıraya yazarsa oraya yerleşecek kişiler demek oluyor. Ama sonunda bir çok farklı sebepten ötürü, kazanma, okuma, iş hayatı birbirinden kopuk olabiliyor. Bunlar arasında doğru orantılı bir ilişki olsaydı; bir bölüme birincilik ile yerleşen kişinin birincilik ile mezun olmasını beklerdik. Temel faktörün motivasyon olduğunu söyleyebiliriz sanırım. 

Bundan 30 sene önce gençliğini yaşamış kişiler için günümüzde kendi çocuklarının mesleklerini bir kıvanç unsuru olarak görmekte. "Benim kızım tıpı kazandı", "benim oğlum avukat olacak" söyleminin yarattığı bir baskı da söz konusu. Neticede çoğumuz bu süreçten geçtik, burada da ne demek istediğim bence anlaşılmıştır. 

Meselenin enine boyuna ele alınması gerektiğinin herkes farkında, ancak bunun için hiç kimse doğru bir adım atmamış bugüne kadar. 

Hangi okuldan mezun olduğu önemli değil, bugün bir mühendis kumpas okumasını bilmeden mezunuyor, bir İİBF'ci kağıt kalem ile bir cari hesabın vade ortalamasını almasını bilmiyor. Tamam, yeni mezun bir makine mühendisinden uzaya roket göndermesini beklemiyorum ama en azından temel mühendislik problemlerini çözebilecek kabiliyete sahip olmalı -ki elindeki diplomanın anlamı da zaten bu olmalıydı. Bir İşletme bölümü yeni mezunundan BOBİ FRS'nin her detayına hakim olmasını beklemeyiz ama en azından amortismanın veya finansal kiralamanın nasıl işleneceğini bilmesi gerekmez mi? Çok okulun olması kaliteli olacağı anlamına gelmiyor. Uluslararası üniversite başarı sıralamaları yapılır ya hani, biliyorsunuzdur, bizim orada kaç üniversitemiz oluyor? 

Kusuruma bakın isterseniz ama bu sizin yüzünüzden böyle oldu. "Her ile bir üniversite açalım, üniversitesi olan üniversiteye beş tane daha açalım; hazır okul açmışken kadro açalım" denildiğinde neredeydiniz? Hadi devletin yaptığı kalkınma planları ülkemizde o veya bu sebeplerden dolayı tutmuyor; ama kimse niye çıkıp da "bizim ülke nüfus artış hızımız şu, şu kadar doktorumuz var, 6 sene sonra şu kadar doktora ihtiyacımız olacak, şu an bu kadar tıp fakültesi kontenjanımız var, önümüzdeki bilmem kaç sene şu kadar kişiyi kamuda bu kadarını özelde istihdam etmeliyiz, istatistiksel olarak yerleşen adayların %X kadarı mezun oluyor, o halde önümüzdeki birinci yıl A kadar, ikinci yıl B kadar ..... tıp fakültesi kontenjanı açmalıyız" demedi? Şu an mesela her ilçede bile neredeyse hemşirelik var, şu an lisans mezunları dahi zor atanıyor. Ben 2005'te liseye başlarken sağlık meslek lisesine girenler 2009'da mezuniyetlerine müteakip direkt sınavsız olarak atandı. Bu kadro meselesine bakan, yetkilisi ilgilisi amiri müdürü, alayı bunun nasıl hesaplanacağını, bunun aslında ne olduğunu ve olmadığını bilmiyor mu? Bunu yapacak kişi, işini yapmıyorsa niye kimse çıkıp da "arkadaş sen orada milyonlar için bulunuyorsun, işini düzgün yap, yapamıyorsan çekil yapacak birisini bulalım, bu işte yetimlerin hakkı var, Hak var" demedi?

Kamu-özel ortaklığında TÜİK çatısı altında, bir tür istihdam envanter çalışması yapılıp, kapsamlı bir rapor hazırlanıp, YÖK'e, ÖSYM'ye, oraya buraya, en önemlisi kamuya ve dahi gençlere ilan edilmesi bu kadar mı zordu? Hadi bu işin yetkilisi ilgilisi amiri müdürü bunu akıl edemedi, siz de mi akıl edemediniz? Bina dikin, kadro açın, Resmi Gazete'de ilan edin, "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa Üniversitesi" diye bir tabela asın... Bu kadar kolay mı üniversite açmak, kontenjan açmak? Açık öğretimden dahi her sene onbinlerce işletme mezunu veriyorsak burada bir sorun yok mudur?

Hadi iktisatçılar bunu da açıklasın?! Arz varmış, talep mi ne varmış.. bunlar arasında etle tırnak gibi bir ilişki falan varmış... Kimse niye demiyor "bu sene tıp fakültesine yerleşen kişiler mezun olduklarında kadro bulmakta zorluk çekecek" diye? Niye stajyer avukatların hukuk bürolarında çaycı niyetine kullanıldığının hesabı sorulmuyor? Ondan sonra da vay efendim ülke şöyleymiş yok efendim ülke böyleymiş.. 

Ezberci, dayatmacı, zorba bir eğitim sistemimiz varken; bireylere kendilerini tanıma fırsatını sunmuyorken; hele hele istikballeri için en ufak bir özen göstermiyorken, herkes kendi arzusuna göre nesil yetiştirmeye çalışırken; 17-18 yaşındaki birisinden "prestijli" bir bölüme yerleşmesini, "başarı" ile mezun olmasını, "mesleğini sevip" meslek hayatında "başarılı" olmasını beklemek fikri kimin aklına yatıyor?

Bugün kariyer sitelerinde, iş ilanları sitelerinde; en pahalı iş ilanı yayınlamanın fiyatı 1000TL. Ben size, bir hafta içerisinde, istediğiniz adreste bulunacak istediğiniz herhangi bir iş ilanı için başvuracak lisans mezunu en az 1000 kişi bulurum. İddiaya var mısınız? Denemesi 1000TL. Herkes çocuğu okusun istiyor... Ara eleman kalmadı ülkede. Kimse iş beğenmiyor, mülteciler olmasa vasıfsız işlerde çalıştıracak eleman yok. Böyle de bir sorunumuz var.

Ha ayrıyeten böyle bir kaç şey demeye teşebbüs etmişken eğitimdeki fırsat eşitsizliğine de değinmek vicdani bir borçtur benim için. Kısaca özetleyeyim. Zengin-fakir ayrımı yapmak istemezdim ancak mümkün mertebede daha naif bir şekilde izah etmeye çalışayım. Varlıklı aileler, MEB'in sunduğu eğitime kıyasla daha kaliteli bir eğitim imkanı sunabiliyor çocuklarına. Varlıklı ailelerin çocukları da göreceli olarak "prestijli" bölümlere yerleşip avantaj elde ediyorlar ve iş hayatlarında ortalamadan çok daha üst bir gelir elde ediyorlar. Yoksul ailelerin yoksul aile çocukları da mevcut şartlar altında başarılı olmak için çalışıyorlar. Çalışıyorlar çalışmasına  da bir kere doğarken dezavantajlı doğmuşlar. Ne yazık ki, o kadar da iyi bir hayat yaşayamıyorlar. Bu varlıklı ailelerin varlıklı aile çocukları, kendi çocuklarına daha en az kendi varlıklı ailelerinin sunduğu kadar iyi olanaklar sunacakken, yoksul aile çocukları da sınırlı olanaklar sunacaklar. Gel zaman git zaman, uçurum logaritmik bir şekilde artmaya devam edecek. Hikayenin sonunda ne olacağını da ben anlatamasam bile siz anlamışsınızdır.

Değindiğim her bir başlık Nobel'e aday olacak araştırma sonuçları elde edilecek cinsten. Vakit olmuş dönülmez akşamın ufku.. Bu zamana kadar neredeydiniz? Kim nasıl bir nesil yetiştirmek istedi, inanın ki umurumda değil. Tek bildiğim, mutsuz bir nesil yetiştirdiğiniz. Yakın zamanda 40 yaş altı 40 yaş üstü diye bir ayrım çıktı ortaya; bu ayrımın haklılığı, geçerliliği ve güvenilirliği tartışma konusu olmakla birlikte; 40 yaş altı bir birey olarak her 40 yaş üstü bireye tek tek sormak istiyorum, neden? Gerçekten sizden sonraki nesle böyle bir ülke mi bırakmak istediniz? Kendi çocuğunuza reva gördüğünüz hayat bu muydu? Günü kurtarıp anı yaşamak yerine bir kez olsun, "ya bu işin sonucunda evlatlarımıza ne olur?" diye sormadınız mı hiç?

Ondan sonra çıkıp, rektörlük binasına sırtınızı dönüp beklersiniz. İyi de beyim, hanımım, neredeyse ülkenin her yerine okul açılırken, kadrolar dağıtılırken, neredeydiniz? İşin ucu size dokununca bu bir "sorun" oldu? (Boğaziçi'li bileşenlerin direnişine hak vermiyor değilim, anlamlı gerçekçi bulmuyorum.)

Dağınık ve kopuk kopuk oldu biraz, farkındayım. Buraya kadar okuduysanız zaten derdimi anlamışsınızdır. Kopukluk için özür diler, hala bu cümleyi okuduğunuz için de teşekkür ederim.

-40

 Yetişkin içeriği betimlemek için +18 kullanılır ya, artık bu yeni nesil siyasi içeriği betimlemek için -40 ifadesini kullanmamız gerekiyor bu Sedat Peker sayesinde. İlk olarak bana herkes "mafya"nın kötü bir şey olduğunu öğretti. Sedat Peker'in tariflediği 40 yaş altındaki kardeşlerinden olduğum için, bunun bir imtiyazı olmalı sonuçta. İlk olarak, mafya en azından tehlikeli değilmiş; çıkıp da yaptığına "yaptım", yapmadığına da "yapmadım" diyor. Ortalama bir Türk ailesinin değerlerine de sahip Sedat Peker. Bütün söylemlerinden ben bu kanıya vardım. Kamera karşısında böyle rol kesiyor olabilir, yalan söylüyor olabilir; öyleyse bile siyasilerimiz kadar iyi yapıyor. Faiz işleten hacı, istismarcı imam ve daha ne iğrenç insan ile bu coğrafyayı paylaşırken, bir Sedat Peker mi fazla geldi? Fazla gelen Sedat Peker mi yoksa doğru söyledi diye mi kovduk? Geçen, kırmızı ışıkta karşıya geçtim ve ilk kez kırmızı ışıkta karşıya geçerken vicdanım sızladı, çünkü kırmızı ışıkta geçen bir birey olarak kızıma kırmızı ışıkta durması gerektiğini nasıl öğretebilirim?

Sen yatırımcıysan ben de girişimciyim!

Üç beş blog yazısı okuyanından tutun da milyarlarca dolarlık yatırımlar yapanına varıncaya kadar, ağzı olan herkes "yatırımcı" yaftası ile üst notalardan biz girişimcilere tavsiyeler vermekte!

Ben de ağzım olmasının bana verdiği yetkiye dayanarak, bazı şeyleri söylemek istiyorum.

1. Cebindeki paran kadarsın!*

Bu mottoya prensip olarak karşıyım ama bugüne kadar iş fikrim için görüştüğüm bütün yatırımcılarda var olan o küstahça tutum karşısında içimden suratlarına karşı bağırdığım şey buydu.. Cebinde kaç para var ki? Kaç para yatırım yapabilirsin? 100 bin lira? 1 milyon lira? 1 milyar dolar? Eee?! Yani?

Paranın benim için önemli olması, fikrimi satın alabileceğin anlamına gelmiyor. Senin cebindeki paran kadar alabileceğin fikrin varsa benim de fikrim kadar alabileceğim para var. ;)

*Sözün aslı halk arasında "cebindeki para kadar adamsın" diye bilinir ve genç delikanlı erkekleri azimle çalışma ve sebat etmeye teşvik etmek için abiler amcalar tarafından kullanılır. 8 Mart sonrasında bu cinsiyetçi söylemi daha ılımlı şey etmek mahiyetinde şey ettim.

2. Evet, Facebook gibi bir fikrim yok. Ama ya Facebook gibi parlarsa?!

Sağda solda yok plastik lades kemiği, köpek güneş gözlüğü ile çok sıfırlı paralar kazananların haberlerine denk gelirsin ya.. Sen benim fikrime inanmak zorunda değilsin ve seni fikrime inandırmak zorunda da değilim. Para sahiplerinin söyledikleri sözlerin genelde piyasayı yönlendirdiği gerçeği elbette tek başıma yıkmam imkansız. Ancak iş yapacağız, aklına yatmazsa yatırım yapmazsın olur biter. 

3. He he! Yatırımcının netrowk'ü de girişimci için önemlidir..

Evet, plan nedir? Ne yapıyoruz? Konvoyda ben sorumlu olarak bulunurum. Sınır kapısındaki memurlara ve güvenlik personellerine rüşveti ben dağıtırım. Sen de iç işleri bakanı ile emniyet müdürünü akşam çayına davet edip üslubunca anlatırsın durumu. Baktık kaçakçılık tutmadı, başarılı olamadık, karteller ile çatışmak için gerekli nüfusa, networke(!) sahip değilsin, biz de daha sakin sektör olan inşaatta şansımızı deneriz. Akdenizde parsellenmemiş bir sit alanı bulduk mu tamamdır iş. Sen bi 50 minyon dolar teminat göstermek için havale edersin bana. Oğlunun sünnetinde kirve, kızının düğününde şahit olan, 29034819847 yıllık arkadaşın olan çevre bakanını bi arayıverirsin; alınmaz denilen ÇET Raporu'nu bizim için şip-şak alıverirsin..

Network? WTF?

Bir işi yapabilmek için gerekli donanıma sahip değilsem, ya da o donanımın olduğu doğru kişileri; doğru kişi derken böbreğimi bağışlayabileceğim kadar güvendiğim birilerini tanımıyorsam zaten bu iş fikrinin yanlış girişken kişisi ben olurum. Bunu da böyle üst notadan söylüyorum. 

Küstahlık ediyorum ama hemen bir örnekle izah edeyim.

1990'lı yıllardan beri enerji piyasasının maliyetlerinden kurtulma niyetlisi olan devlet 2000'li yıllar gibi gerekli çalışmaları tamamlamış ve belli bir kotanın üzerindeki enerji tüketimi olan tüketicilerin istedikleri enerjiyi, enerjiyi temin edeninden enerji almasını mümkün kılan bir sistem oluştu. Bu doğalgaz akaryakıt için zaten mevcuttu, ancak elektrik için yeni bir olay. Günümüzde ayda ortalama 68 lira elektrik tüketen bir elektrik abonesi, elektrik enerjisini istediği üreticiden alabilir. Bizim faturada ödediğimiz elektrik bedeli ile elektrik dağıtım bedeli farklıdır. Senin yerel elektrik dağıtımından sorumlu olan firma, elektrik üreticilerinden elektriği alır, karını koyar sana elektrik olarak satar. Bir de elektrik iletim bedelini faturalandırır. Zaten elektrik üreticileri, elektrik dağıtıcılarına sattığından daha pahalı elektrik satmak; büyük elektrik tüketicileri de dağıtım şirketinin sattığı eleketrikten daha ucuza elektrik almak isterler.. Bundan dolayı da üretici ile tüketici, dağıtıcının olmadığı bir masada uzlaşırlar. Neyse.. Bu iş, 68 lira için efor harcamaya değecek bir tasarruf sağlamıyor. Ama düşünün ki, bir site var. Sitede 400 hane var. Bu 400 hanenin elektrik tüketimi ortalaması da aylık 68 lira olsa.. Ve ben bunların hepsinin elektriğinin dağıtıldığı yere bir saat bağlasam. 400 hane de bana elektrik parası ödese. Ve ben de tek bir faturayı elektrik dağıtıcısına ödesem.. Olmaz mı? Olur. Hiç bir şey yapmasam, yıllık 16320 lira tasarruf sağlarım. Yani ne yaptım; küçük tüketici olan sitedeki haneleri, bir hatta topladım: aylık 68 lira faturası olan 400 haneden aylık 27200 lira tüketimi olan bir tüketiciye dönüştüm. Bir tık daha büyük düşünelim.. Aylık tüketimleri zaten sanal ortamda görülebilen Türkiye genelindeki binlerce küçük tüketiciye, internet üzerinden ulaşsam, bunları bir bulutta toplasam ve bu bulutun da pazarda büyük büyük bir tüketici gibi davranmasını sağlayıp pazarlık edebilirliğini sağlasam; nasıl olur? Çok haneli tasarruflar sağlanır. Tam rekabet piyasasında örnek olarak gösterilen enerji piyasasında bir oyuncu olursun. Bu modelin, bütün iktisadi ve idari bilimler fakültelerinde okutulur. Pahalı özel üniversitelerde misafir hoca olarak konuşmalar yaparsın. Ağzının suyu akmasın diye pazarın büyüklüğüne, potansiyel müşterilere, yıllık kazanç rakamlarına değmedim. Özetle konuşmam gerekirse, hiç etmese, 2,5-3 milyon dolar eder bu iş fikri. Ama ne yazık ki bu iş fikrini hayata geçiremem. Neden mi? İki nedenim var: bir satır bile kodlama bilmiyorum, enerji bakanı benim 29034819847 yıllık arkadaşım değil.

Bu 2,5-3 milyon dolar edeceğine inandığım fikri neden mi anlattım? İyi bir fikir, kötü bir girişimcide hiç olabilir; kötü bir fikir iyi bir girişimcide her şey olabilir. Ben bu fikri hayata geçiremedim. Belki bu metni okuyan birisi hayata geçirebilir.. Benim amacım para kazanmak değil. Benim amacım kar etmek değil. Ben bir girişimciyim. Benim amacım fark yaratmak. Birisi Hacettepe olmak üzere iki üniversite diplomam var. Hiç bir vasfım vizyonum olmasa, 1600 liraya gece bekçisi olabilirdim. Para kazanmak istesem, yani amacım para kazanmak olsaydı bunun stressiz ve risksiz yolu olan memuriyet hayatını seçer, KPSS'yi bir şekilde hallederek bir kaç eş dostu araya sokarak halledebilirdim.

4. Para kazanmanın daha güvenli, daha az riskli yolları var!

Senin amacın para kazanmak, kar etmekse; girişimci olarak sana bir kaç tavsiye vereyim. 2017 yılında Konya Meram'daki mülkler %27 değer kazanmış. Zaten çok paran varsa, altının doların ne kadar kazandırdığını takip ediyorsundur. Git döviz al, altın al.. 50 lira mı 70 lira mı ne, az bir para aidat ödersen bankalar yatırım raporları sunuyorlar, hani daha önce öğrenmediysen ben söyleyeyim sana. Ha yok, sen yatırımcıysan randevu için: eronyat@gmail.com

Evet, etrafında Amerika kıtasını yeniden keşfetmiş, yolu biliyormuş ama ilk olduğu için söyleyip başkasının rotayı çalmasından korkan, ölçülemez bir hayalperestlik ile girişen insanlar var.. Sikimsonik bir fikri olmasına rağmen Facebook'a rakip olacağını idea edenler falan da vardır.. Biliyorum. Ama lütfen yani, sen de biraz makul ol.

5. (+18) Finans tabloları fetişizmi hakkında bilgiler içeren kısım

Ay bir de söylemeden edemeyeceğim, ya hu o finans tabloları fetişzmi nereden geliyor? Hayır yani her erkekte etekli gömlekli fanteziler vardır.. Kadınlar kaslı erkek sever falan.. Tamam. Bunlar makul şeyler. Yatırımcılık oynama heveslilerindeki bu 3 yıllık 5 yıllık finans tablosu fantazisi nereden geliyor? Aldığım hammadde euro ile satılıyor.. Makina yedek parçaları dolar ile satılıyor.. Ülkemde, döviz kurları, işsizlik rakamları, enflasyon, kredi puanları, yıllık büyüme, cari açık, yani akla gelebilecek hiç bir finansal değer öngörülemezken ben öbür ayki hesapları yapabildiğime şükür ediyorumken, bir de benden 5 yıllık tablo istiyorlar. Sanırım ağzı biraz bozuk bir adam olduğum anlaşılmıştır: Küfür etmek istemiyorum.

6. Büyük adam olacakmış aslında ama işte...

Ben nasıl kim olduğumu ne olduğumu değil de, neyi neden nasıl yapmak istediğimi anlatmak için asansör sunumundaki birbirinden değerli saliselerimi tüketiyorsam lütfen sen de bana kim olduğunu ne olduğunu anlatmaya çalışma. Belirteyim, bunu cebindeki 5, iyimser olursam 6 haneli parası olan küçük yatırımcılar yapıyor. 

7. Dikkatli olmak gerekiyor!

Bu küçük yatırımcılar, tam birer ölü sevici olabiliyor. Bir tanesi 40.000 lira karşılığında %40 ortaklık teklifi etti utanmadan. Mevcut yatırım zaten 200.000 lira civarında. İşi biliyor olmak, işin potansiyeli, şu bu hariç.. Birisi gelse, "ya bu dükkanı devretsene" dese, 275.000'e fit olunur, 250.000'ye düşünülür.. İşi nasıl yaptığım, müşterilerin listesi, üretim planı gidi ufak detaylar için de tabi yarım milyonu göze alması gerekir.. Adam, 40.000'e %40 dedi. Bunlar popüler bir furyaya kapılmış yatırımcılıktan ekmek çıkarma sevdalısı olan, hali hazırdaki yatırım kapasitesi 5-6 hane ile sınırlı olan yatırımcılar.

Yersiz bir anı daha:
Biz daha idealist hayalperest yağız birer anadolu delikanlısıyız tabi.. Sene 2012 mü desem 2013 mi desem.. ODTÜ'ye Adil Oran'ın nezaretinde, 212 LTD'den Ali Karabey'in Numan Numan'ın katıldıkları, küçük bir dinleyici kitlesinin hazır bulunduğu söyleşiyi bizzat dinleyenlerden olmuştum. Bu isimler 9 haneli yatırım bütçesi yöneten kişiler. Böyle bir havayı teneffüs etmeyenlere, salt yatırımcının nasıl olduğunu burada, eksik de olsa kusurlu da olsa anlatabilmek için gerekli cümleleri kuramam bile. Bir şey demek istiyorum, ki bu pek çok kişin hiç bir anlam ifade etmeyecek: Bu kişiler, first class uçmamış kişilerdir. Diğer yandan bizim 5-6 hanelik yatırımcılarımız altın kaşıkla doğmuşlar gibi davranırlar.. Ali Karabey'in 3 milyon dolarlık bir yatırımın puf oluşunu anlatışı vardı.. Ki, bu, bugün 8 hane anlamına geliyor: biz de dünyamız da küçük diye midir bilmem ama o zaman çok büyük olay olarak gelmişti bize. Ama Ali Bey sanki çayı kaç şekerli mi şekersiz mi içtiğini söyler gibi söylemişti. 150.000 lira dediğimizde kalbine inecek yatırımcıkcılar var bir de.. Nerede ne işler yaptığını anlatır.. Nerede ne yatırımları var anlatır.. Bir tanesi de vardı, tanışma tanıtma tadında bir görüşme yapıyoruz, rezilliğin dibi, "emlak yatırımlarım var" dedi.. Ve ben de bir daha aramadım.

8. Sen nasıl ideal iş fikri arıyorsan ben de ideal yatırımcımı arıyorum!

Yok hayata geçmiş olması, yok bilmem ne sektöründe olması, yok bilmem ne kadar zamanda başabaş noktasına ulaşacak fikir.. Pardon?

Satılabilir ürünü yeteri kadar üretmiş, bir miktar satış yapmış, pazarı doğrulamış, rakamları görülen fikirler zaten her yatırımcıkcının ağzını sulandırıyor: Bundan emin olabilirsin! Ha, belki benim iş fikrim için bu böyle olabilir; kişisel görüşümdür, tavsiye niteliğinde değildir.

Aranan özellikler:
  • En az 5 (BEŞ) yıllık BKS lisansı olan, 
  • Hiç bir hukuki yaptırıma maruz kalmamış, hiç bir mali soruşturma-inceleme geçirmemiş, adli takibi veya hak kısıtlaması olmayan,
  • Ayda en az 2 görüşme gerçekleştiren, 
  • En az 5 şirkete yatırım yapmış,
  • Yatırım yaptığı şirketlerin yatırım sonrası yıllık büyüme oranı ortalama %20 ve üzerinde olan
  • Ortalama yatırım miktarı 100.000 liranın üzerinde olan
  • Otomotiv sektöründe, en az 5 yıllık (tercihen en az 3 yıl satış, en az 2 yıl üst düzey yönetici) tecrübesi olan, 
  • Erkek adaylar için askerliğini yapmış veya en az 2 yıl tecilli,
  • 1'i İngilizce (ielts 7,3 puan üzeri), en az 2 dil bilen, 
  • Seyehat engeli olmayan,
  • Üniversite mezunu, tercihen Sabancı veya Hacettepe sklasında bir okulda işletme tezli yüksek lisansı yapmış (özel okullardan alınan ücretli tezli yüksek lisanslar değerlendirilmeyecektir),
  • Burs veren ve öğrenci toplulukları için sponsor olan yatırımcı adayları aranmaktadır. Müracaat şahsen yapılacaktır.

boklu şiir

sevmeyi beceremeyengillerden miyiz yoksa sevince çok sevengillerden miyiz
her ne boksak sasdece ve sadece acı yaratıyor çürümeye yüz tutmuş bedenlerimizde
izahı olmuyor hiç bir şey

Yüzsüz adam

Sadece benim bildiğim, tanrı dahil hiç kimsenin bulunmaya hakkının olmadığı cennetten bahçemde, tek dal sigara satan fırsatçı bakkaldan aldığım zift gibi sigaradan yine de keyif almayı becerebildiğim bir zamandaydım.

7 Mayıs Endeavor Casecampus 2. Seminer'i ve İstanbul Anlığı

Yine eşsiz bir deneyime neden oldu Endeavor.

İlk öncelikle, Endeavor ve Akbank'a #casecampus olanağını sundukları için ne kadar teşekkür etsem az kalır. Seçkin bir kitle olduğumuz için heyecanlı istekli hevesliyiz yada heyecanlı istekli hevesli olduğumuz için seçkin bir kitleyiz.. Burası biraz kafa karıştırıcı olabilir ama Didem Hanım'ın heyecanı isteği ve hevesi kesinlikle hepimize yetecek kadar büyüktü. Didem Hanım başta olmak üzere, her fırsatta bizlere bildikleri her şeyi aktarmaya çalışan ve fark yaratacağımızı hissettiren bu ailenin parçası olmaktan kıvanç duyuyorum. 

Teşekkür faslını geçip fasulyenin faydalarından bahsetmek istiyorum:
  • Müşteri segmentlerini doğru tayin etmek, yani bu Kanvas'taki en sağ sütun oluyor; Kanvas'ın geri kalanını doldurmakta büyük kolaylık sağlar. Ne değer vaat ettiğimiz kadar kime vaat ettiğimiz de çok önemli. 
  • Optimizasyon, en basit haliyle bir reklam kampanyasını en verimli hale getirmeye çalışmaktır; doğru yapıldığı zaman hayat kurtarır. 1 milyon dolarlık da olsa 100 liralık da olsa bütün reklam kampanyaları için izlenecek yöntem ve amaç aynıdır. Startup'lar için Google ve Facebook reklamları oldukça yeterlidir. 
  • Reklam, büyük şirketler için olduğu kadar startuplar için de önemlidir. Girişimci, iş fikrinin heyecanına kapılarak startupın reklam ihtiyacını önemsemeyebiliyor ve ya görmezden gelebiliyor.
  • Basit ama oldukça etkili reklam teknikleri var. Sunulan değer, ürün/hizmet, müşteri segmentleri göz önünde bulundurularak en ideal reklam kampanyasını seçmek maliyet tasarrufu sağlar.
  • Ürün ömür döngüsü bilgisine sahip olmak, startupların yaşam mücadelesi için oldukça önemli bir unsurdur ve doğrudan hayatta kalma başarısını etkiler. Bir ürün ilk sunulduğunda reaksiyon gösterecek müşteriler ile ürün kabul edildikten sonraki müşteriler arasında farklar olması muhtemeldir.  
Bir iş fikrinin oluşmasının ötesinde izlenecek bütün eylemlerin titizlikle gerçekleştirilmesi başarının anahtarı. İktisadi ve idari bilimler fakültelerinde anlatılan, her birisi bir dersin ayrı konusu olan; müşteri kesitleri, değer önerisi, müşteri kanalları ve diğer bütün Kanvas bileşenleri, azami öneme sahip, hakkı yenmemesi gereken unsurlar.

Bilmeden de hayatınızın sonuna kadar mutlu yaşayabileceğiniz kısıma geçeyim: 
  • Sabancı Kuleleri resimlerde gözüktüğünden çok daha büyükmüş.
  • İlk kez metrobüse bindim. Uzaylı gören masum köylü gibi, muhteşem bir şeydi. Beytepe'deki ayakta-oturma sırasının bir benzeri burada da vardı. Bir de trafik kilitlenmişken, siz her şeyin yanından geçip gidiyorsunuz. Bir tek köprüde metrobüs yolu yoktu. O da olsun artık.
  • Bundan seneler önce, Kadıköy'de, Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin yakınlarında meşhur bir pilavcı varmış diye aranıp sonunda bulup oradan pilav yemiştik. Boş zamanımda yine Kadıköy'e geçtim. Yine bulabilirim umudu ile dolanıyordum, antiktamsı ahşap mobilya satan bir dükkanın önünde oturan bir bey ağabeye sordum. "Orası kapattı. İki ortaklardı, bir ortak ayrılınca diğeri tek başına devam ettiremedi." dedi. Bi hayal kırıklığı yaşamadım değil ama ardından içime su serpen gelişme yaşandı. Aç Onur dayanamayıp, "peki buralarda meşhur bir yer var mı böyle?" dedim ve o bey ağabey de Kadı Lokantası'nı takif etti. Hem ucuz hem güzeldi. Kadıköy'ün meşhur boğasının orada sorunca gösteriyorlar. 
  • En önemli keşfim, DukkanTere. Detayları anlatmayacağım. Gidin ve keşfedin. NHKM'nin az ilerisinde, karşıda. 


Neden Hacettepe?

Çankaya Üniversitesi'ndeki edindiğim tecrübelerden sonra üniversite anlayışım tamamen değişmiş durumda.

"Neden Hacettepe'de okunmalı?" diye soracak birisine tek bir sözüm var: Türkiye'deki en marjinal ve -Boğaziçi'nden sonra- en elitist kesimin yetiştiği okul Hacettepe'dir de ondan.

Bir gün yine otostop çekiyorum, ama işin garip yanı Çankaya'nın Merkez Kampüsü'nden.. Birisi aldı arabasına.. Konuşuyoruz ediyoruz derken, "yanlış anlama da neden Hacettepeliler bu kadar havalı?" dedi. Başka sözüm yok.